9 Nisan 2014 Çarşamba

sadece seversin.

“Gülüşünü seversin
Sesini seversin
Sohbetini seversin
Sevmek için illa yüzünü görmek şart değil
Yüreğinde duruşunu seversin.”

Serdar TUNCER

şeytan diyor ki;



sonra da, uyma diyor iç ses işte.  :(

Sana Bir Ara Aklımda Kalanları Anlatırım - Alper Gencer


ne sular geçti böyle buzla buhar arası
ne kısa bir yazken o niçin hala bitmiyor
durmuş bir vakit bende sisli gece yarısı
çektirdiğin fotoğraf neden hiç konuşmuyor


geç kaldık ve yanlışları güzeltemedik
erken varsak doğrular bakışı yakacaktı
çok sarhoştum yani hak ettim yaşamayı
evden kaçmıştım eve
tuza yara saçmıştım
bütün randevulara düzenli olarak geç kalmakta haklıydım
gök bana göre değildi yeri zaten hiç sorma
gök de kendine göreydi yerde zaten hiç durma
çıktım bir kapısını bulup yaşadıklarımdan
vardım ki seni sevdim
seni sevdim evler arasından bir evdin


döndüm ve dönüşümle düştü aniden dekor
sen yükseldin elinde kara bir kalem vardı
say ki her yanım ihanet kadar yazdı
ve çeşitli organlar olarak
insanı yar eden vardı
var eden vardı aşkı
kelebek küllerinden bir şaraba yazarak


okumak budur
yani yağmur bekleyen toprağın durmaksızın kuruması
sana çok şeyler anlatmak istemem
kendi sesime kavuşasım kadardı
senaryo gereği doğdum
çocuklarım oldu her an ölebilirler
bel bağladım kimyaya
kendimi siyah elbiseler içinde
buldum hiç durmadan bir kızıla bakarken
durdum binlerce sene kendime ki ağlarım
anam babam diyorum her an ölebilirler


ölsünler ne çıkar
en çok her boşluğu dolduran bir keder çıkar
allah kimseyi ölümden korumasın
ölüm olmasa bu rezil hayatın suyu çıkar
sen de gidip öldün ama kalıp öldürüyorsun
ben de kalıp ölüyorsam senin dirinledir bu
bu kadardır işte ne kadar dersek o kadar olan hayat
herkes ölür gider biz yaşayıp kalırız
öyle bir kalırız ki
kadraj dağılır
ve dünya birer diri olarak bizi kabul edemez
yaşamak budur
herkes giderken 

kalmak zorunda kalmakla beraber kalmak
kadar kahpe ve yalan
kadar başımızın üstünde yeri var


hayatımın rolünü oynadım başrolde sen de vardın
ne fırtınaydı ama o saçlarınla birlikte
ne güneşlere yandık var mıydı hiç hatırım
avluda oturmuştuk ellerin ellerimde
sana bir ara aklımda kalanları anlatırım


Alper Gencer

İzledim- Bride Of The Century - Kdrama #Dizi


Yönetmen: Yoon Sang-ho 
Kanal: CSTV 
Bölüm Sayısı: 20
Yayın Tarihi: 22-23 Şubat 2014 
Yayın Günleri ve Saati: Cumartesi- Pazar;  20.00 
Dil: Korece 
Ülke: Güney Kore

Dizinin Konusu;

Taeyang Anonim Şirketi Güney Kore'nin en büyük holdinglerindendir. Taeyang'ı yöneten aile 100 yıldır bir lanet altındadır. Ailenin ilk oğlunun ilk gelini öldüğünde lanet başlamıştır. Bu şartlar altında komplolar her tarafa yayıldığı sırada peri masalı gibi bir aşk meydana gelir.


İzlediğim güzel dizilerden biriydi, ki güzel olmasaydı izlemeyi yarıda bırakmış olurdum :)
Aksiyonlu, fantastik, aşk dolu biz dizi arıyorsanız izleyin efendim. :)








7 Nisan 2014 Pazartesi

#şiirheryerde


Sonra Sen Geldin. - Esra Güzelipek



Bu hikâye senin için! 

'Anlamak' kelimesini sözlüklerden çıkartıp elimle dokunacağım kadar somut hale getirdiğin ve yüreğime yerleştirmeme yardım ettiğin için... 

'Anlamak' ve 'anlaşılmanın' en güzel denilen sevişmeleri kıskandırdığını bildiğin ve bana da öğrettiğin için... Durum ne olursa olsun, dilinde bu kadar güzel bir 'özgürlük' şarkısıyla yaşayabildiğin için... Senin için... 

Bu, insanın içinde yaşatıp zamanla sevdiği ve kendisine çok acı verse de, neredeyse bedenine bir organ gibi eklediği, hüzün doğuran tüm uzun soluklu duyguları yerle bir eden, kısacık bir hikâyedir! 

Sonra sen geldin. 

Yaşayıp gidiyordum... 'Yaşayıp gitmek!' Ne saçma! Bu fiili nedense, hayatımızın sıkıcı olduğunu, bir günün diğerinden farklı geçmediğini düşündüğümüzde kullanırız. Oysa tam tersi olması gerekmez mi? 'Yaşamak ve gitmek...' Yaşıyorum, gidiyorum, yol alıyorum. O halde şöyle demeliyim: 
"Yaşıyordum ama gitmiyordum" Veya: "Gidiyordum akıp zaman içinde kaybolmuş vaziyette, ancak yaşamıyordum." 

Bir aşk hikayesine boyanmıştı bütün mevsimlerim 
Tuhaflığı yoktu yazın kazak giyip de 
Kışın denize girişimin 
Kazağımda da aşk kokusu vardı 
Acıma dokunan ve 
Nasıl kokacağını şaşıran 
Yosunlarda da 

Sonra sen geldin. 

"Hadi gel, hayatı anlayalım ve anlatalım." dedin. Çok konuştuk bu konuda çok... Hem her duygunun tarifini almak istedin hem de hepsi hakkında bildiğin ne varsa bana vermek. Seninle konuştukça, kendime dair son derece basit ama yine de hiç üzerinde durmadığım bir şeyler olduğunu görmek beni nasıl da şaşırtıyordu. 

'Acı' konusunda çok konakladık... 

Kanattıkça beni böyle acı 
Ve sohbetler yetmeyince nefes almaya 
Ağlardım 
Yaralarımdan şiir yapardım 

Acı bir annedir, durmadan hüzün doğuran. Ahh, ben o hüzünlerle boğuşmak, azıcık nefes alabilmek için kaç kitap okudum, kaç film izledim, kaç hayat belledim, bir bilseniz. 

Yooo! Dostlarıma haksızlık edemem şimdi. Turuncuya boyalı güney akşamlarından, fesleğen kokulu batı ikindilerinden, kuzeyin gri sabahlarına kadar kaç sohbet vardır yüreğimde daima saklayacağım. Ahh, benim kelimelerle beyinlerinde tepindiğim dostlarım... Nasıl da isterlerdi gözlerimden yanaklarıma dökemediğim gülüşleri görmeyi. 

Bence, dostlar daima 'gülmek' ve 'gülümsemek' arasındaki farkı bilirler, bu nedenle onlara arkadaş değil de 'dost' deriz zaten. Her sohbette yüreğimi yatırıp masaya, son derece dikkatli ve zarif hareketlerle acı ve hüzün doğuran parçalarıma ulaşır, üzerini örterlerdi. İyi hissederdim bir süre. 
Apartmanların üzerinde uçuşan martıları fark ederdim en azından. Ancak sonra yine hüzün... Yüzsüz hüzün... 

Baktığım yerlerde gözlerim 
Bazen öyle uzun kalırdı 
İnanmazsınız ama 
Baktığım yerler sıkılırdı 

Sonra sen geldin. 

Geldin ve: "Hele şu yükünün birazını bana ver." dedin. Şaşırdım çünkü görünüşe göre senin yükünün benimkinden fazlası vardı ama eksiği yoktu. Sen anlatırken fark ettim ki içinde bir yerlerde bu yüklerle başa çıkmak için özel eğitimli bir parçan vardı. Bu parça, yükün niteliğini ya da niceliğini yürekte en hafif duracak hale getirebiliyordu gerçekten. 

Konuşurken bir yandan da yüreğimin en tozlanmış ve uzun süredir de yanına hiç uğranmamış parçasını koydun masaya. “Bak,” dedin "bunlar hayat dostu parçalar . Şimdi bunları öyle güzel temizleyeceğiz ki bir daha canın içindeki parçalara dokunmak istediğinde ve hüzne giderken, bunların ışıltısına takılacaksın. Takılacaksın ki hüzün doğuran acı parçaları koyuvereceksin yerinde tozlanmaya. 

Böylece de zamanla ağırlıkları, olması gerektiği kadar olacak. Oysa sen ha bire parlatıp parlatıp durmadan onlara bakıyordun önceden ve bu da onları olduğundan ağır hale getiriyordu. Oysa tam tersini de yapabiliriz hepimiz. Işıldayan parça daima daha ağırdır. Gel, hayat dostu parçaları ışıldatalım durmadan.” 

Sen geldin 
Kelimelerini şekere batırarak 
Sen geldin 
Baktığın yerlerde çiçekler bırakarak 

Acıya ve hüzne gereğinden çok yüz vermemeli insan. Ben artık hüznü içimde şişmanlatmamayı başarıyorum galiba. Geçen gün ne gördüm dersiniz? Meğer ne kadar yakışıyormuş martılar denizin üzerine! 

Hikâye bu kadar... 

Merak edeceksiniz belki, bu değişiklikleri sağlayan dostum kimdi… 

Diyelim ki, kırk yaşını geçmiş veya otuzuna gelmemiş bir adamdı, seksen yaşında bir ihtiyar, hep otuzunda yaşayan bir kadındı ya da dört yaşında bir çocuk; hem hepsiydi, hem hiç biri değildi. Ne fark eder ki? Bir can’dı. 

Canımın içi değil 
İçimin canı olup da 
Sen 
Geldin 
Üstelik 
Aşk da 
Değildin 

Hoş geldin... 


Esra Güzelipek






Küçük şeylerle mutlu olmayı bilenlerden olmak ne büyük hediyedir insana :)

Her gelenin hoş gelmesi umuduyla..