15 Nisan 2014 Salı

İrem Candar - Göğe Bakalım #Müzik

Turgut Uyar'ın bu harika şiirini İrem Candar ne farklı seslendirmiş, bugunden beri durmadan bunu dinliyorum.
Sizde dinleyin istedim ^^


 Göğe Bakma Durağı

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumıyalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukca güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım

Turgut Uyar


14 Nisan 2014 Pazartesi

Masalperest



Oyunun en ateşli noktasında başladı kuşak çatışması…
— Kızım kalk artık şu bilgisayarın başından.
- Bir dakika anne… Ölüp geliyorum hemen.
- Aman ağzından yel alsın yavrum o nasıl söz öyle?
- Anne öyle alelade bir ölmek değil bu.
- Ölümün aleladesi mi olurmuş? Vur tahtaya…
- Sunta olsa olur mu anne?
- Dalga geçme anneyle… Kalk hemen bilgisayarın başından tek kızımı bilgisayar terörüne kurban veremem.
- Anne az dur Counter oynuyorum. Şu arkadaşı öldürüp geleceğim.
O an babamın sesi duyuldu
- Bu kız salaktır olay mahallinde parmak izi bırakır. Delil bırakma lan…
- Ya baba bilgisayar oyunu bu!
Annem daha da şiddetlenmişti;
— Silahla oyun olmaz yavrum. Hadi gel artık…

Bunca tartışmanın ortasında öldürmenin huzuruna nasıl erebilirdim ki? Oyunu kapatıp doğrudan babam tarafından verilen koordinatların doğrultusunda yemek masasına oturdum. Ne zaman böyle savaş, cinayet, öldürme başlıkları gündeme gelse babam hemen Kıbrıs çıkartmasından bahsederdi. Ama bunun için de tepeden inme bir yol seçerdi.
- Kızım şu tuzluğu uzatsana…
- Peki anneciğim
İşte babama gün doğdu.
- Hanım, “Tuzluk” dedin de aklıma geldi. Kıbrıs çıkartmasındayız. Gece inanılmaz bir soğuk var. Rambo’yu bağlasan durmaz hani.
- Bey, sofrada konuşmasan şunları… Çocuğun psikolojisi bozuluyor.
- Dipcik gibidir benim aslan kızımın psikolojisi. Freud zeval vermesin… Değil mi lan?
- Öğmf…
- Ne dedi bu?
- Valla ben de anlamadım.
- Bak bu pirinç pilavı yeri geldiğinde öldürücüdür. Fırlatırım gözünün çapağına yığılır kalırsın yere. Bana öyle farklı dillerde konuşma eşek sıpası…
- Baba ne alakası var? Ağzımda lokma vardı. Ben doydum anne…
- Ne yedin ki?
- Çok güzeldi anımsamıyorum valla anne…
Hemen fason Counter yemek masasından uzaklaşıp odama geçtim. Artık oyun oynayacak havam da yoktu. Eski günleri yad etmek ve nostalji yaratmak namına Mirc’e gireyim dedim. Ama rumuz gelmedi aklıma. Ta ki mirci açana dek… Evet, bulmuştum rumuzumu; Masalperisi. Girdiğim odada yazışabileceğim insan yoktu. Ta ki o kişi yazana dek…
Masalperest: Buyurun Peri Hanım sipariş ettiğiniz masal kutunun içindedir. Bir kaç sihir de hayalimizin hediyesi. İyi düşlerde kullanmanız dileğimizle…
Masalperisi: Ama geciktiniz.
Masalperest: Çünkü masal yazılmaya başlanmamıştı.
Masalperisi: Umarım geçen masalda olduğu gibi eksik çıkmaz.
Masalperest: Defolu ve eksik masallar düşlerimiz tarafından garantilidir.
Masalperisi: Peki teşekkür ederim.
Masalperest: Pardon bu masalın yabancısıyım da çıkışı gösterebilir misiniz acaba?
Masalperisi: İlerideki gülümsememden düşlerime dönün lütfen.
Masalperest: Teşekkür ederim.
Masalperisi: Pardon. Sizi nerden tanıyorum acaba?
Masalperest: Geçen masalda bir damla gözyaşınızı âcizane bir şiirimle silmiştim.
Masalperisi: O sizdiniz demek…
Masalperest: Hâlâ da o’yum…
Masalperisi: Teşekkür edememiştim size…
Masalperest: O esnada şiirle meşguldünüz gayet doğal…
Bu sohbet çok hoşuma gitmişti. Karşımdaki kişiyi tanımam lazımdı. Ve büyük bir merakla sordum.
Masalperisi: Bu güzel cümlelerin sahibi kim acaba?
Masalperest: Herhangi biri…
Masalperisi: Herhangi biri benim böyle gülümsememe neden olamaz ama…
Masalperest: O zaman önemli biri…
Masalperisi: Lütfen, ciddiyim…
Masalperest: Peki, anlatayım o zaman…
Masalperisi: Teşekkür ederim…
Masalperest: Aslında pek çok kişiyim ben. Mesela Pan’ın flütünden sökülen “Re” sesiyim… Veya Pinokyo’nun bedenine işlenmiş kalbim. Bir keresinde Kırmızı başlıklı kızın yanağında gamze olmuştum. Hatta Uyuyan Güzel’in gördüğü düşüm ben…
Masalperisi: Tanıştığıma memnun oldum.
Masalperest: Benim kadar olamaz… Peki, siz kimsiniz?
Masalperisi: Ben Binbir gece masallarında gökyüzünün en yıldızlı olduğu anım. Veya Mecnun’un Leyla’ya söylediği bir aşk sözcüğüyüm. Hatta inanır mısınız ben Oz Büyücüsünün, büyülerinden biriyim. Bir keresinde de bir fablın içinde çocukların uykuya daldığı an olmuştum.
Masalperest: Şimdi daha da memnun oldum.
Masalperisi: Neden?
Masalperest: Memnun olmak için pek neden bulabildiğim için…
Masalperisi: Peki siz nasıl geldiniz buraya?
Masalperest: Beni yazan kişi bir süreliğine uyudu. Ben de defterinden usulca sıyrılıp geldim. Lütfen aramızda kalsın bu.
Masalperisi: Söz… Kendime bile söylemeyeceğim.
Masalperest: Eminim ondan. Peki ya siz? Siz nasıl geldiniz?
Masalperisi: Pamuk Prenses şuan baloda. Bense balkabağından arabanın içinde birkaç masalın verdiği yorgunlukla uyuya kalmışım.
Masalperest: Güzel bir rüya…
Masalperisi: Sayenizde…
Masalperest: Ben sadece arzu ettiğiniz paketi getirdim.
Siz hiç böyle bir sohbete tanık oldunuz mu bilmiyorum ama ben bu sohbete tanık olmaktan hatta dâhil olmaktan inanılmaz bir zevk almıştım. Karşımdaki kişiyi daha da merak etmeye başlamıştım. Ve yarın işe gitmem gerektiğinden de erkenden yatmalıydım…
Masalperisi: Ben birazdan çıkmak zorundayım. Ve şuan tek düşündüğüm şey bir daha sizi görüp göremeyeceğimdir.
Masalperest: Göreceğinizden şüphe etmeyin. Sabah yastığınızın altına bakın lütfen. Şimdiden tatlı rüyalar diliyorum size.
Masalperisi: Ama daha uykum yok benim.
Masalperest: Zaten uyuyorsunuz şuan.
Masalperisi: Lütfen ciddiyim ben.
Masalperest: Bana güvenin. Hadi şimdi uyuyalım.
Masalperisi: Peki…
Masalperest: Ve sabah yastığınızın altına bakın.
Masalperisi: Sabahı sabırsızlıkla bekleyeceğim. İyi geceler…
Masalperest: Size de…
Gönül isterdi ki başımı yastığa koyduğum gibi uyuduğumu söyleyeyim. Ama olmadı. Sürekli dönüp durdum. Hatta öyle çok döndüm ki bazen dünya bile hangi istikamete döneceğini şaşırdı. Bu arada mevsim normallerini bozduğum için herkesten özür diliyorum. Beni anlayışla karşılayın lütfen. Bu fazla dönmeler neticesinde en sonunda yorgun düştüm ve uyudum. Sabah uyandığımda elim yastığımın altına gitti hemen. Yastığın altında bir kelebek gibi kesilmiş ve renklendirilmiş bir kâğıt vardı. Kâğıdın üzerindeyse bir not:
“Lütfen bu kelebeği öpün ve size fısıldadıklarını dinleyin. Masalperest”
Kelebeği öptüm tabii. O an kâğıt kelebek uçmaya başladı. Heyecanlanmaya başlamıştım. Sonra yavaşça bana doğru yaklaştı ve kulağıma şunları fısıldadı:
“ Sabah uyandığında düşlerinden beni de uyandır. Aralınca gözlerin, o aralıktan beni de aydınlat. Yatağına sinen kokun uykum olsun. Teninin sıcaklığıdır rüyam… Yüzünü yıkadığında yüzünle yıka düşlerimi. Ve uyandığında bırak da uykumdaki “Sen” uyusun. O uyandığında sen dudağımda bir öpücük olacaksın. Sen uyandığındaysa yüreğimde büyük bir aşk… Uykumda kaldığım yerden seveceğim seni. Yarın sabah uyandığında ve bu rengârenk kelebek kulağına bu sözleri benim sesimle fısıldarken seni bu cümleden şiir olarak uyandıracağım…”
Bu nasıl olmuştu? Veya nasıl bu kâğıt kelebeği yastığımın altına koymuştu? İnanın hiçbirinin önemi yok. Sonra kâğıt kelebek gelip avucumun üzerinde kondu.
Evden çıkıp işe gittim. Nasıl gittiğimi bile bilmiyorum. Tam servisten ineceğim an aklıma bir soru takıldı; peki onu ne zaman göreceğim?
Tahmin edeceğiniz üzere iş yerinde aklım hep ondaydı. Sürekli onu düşünüyordum. Ama kim olduğunu bile bilmiyordum. Derken masamdaki telefonun ısrarla çaldığını duydum. Açtığımda sekreter bana gelen bir paketten bahsediyordu. “Evraklarını geciktirmiş bir firma olsa gerek” diye düşündüm. Sonra içeri kargo görevlisi girdi. Ben görevliye bakmadan;
- Umarım firma kargo masrafını kendi karşılamıştır.
- Evet, hanımefendi.
- En azından bunu akıl etmişler.
- Haklısınız.
- Masamın üstüne bırakın lütfen.
- Peki. İyi günler…
- Size de…
Pakete baktığımdaysa küçük dilimi yutacaktım. Küçük bir kutuydu çünkü. Elimi kutuya uzattığımdaysa iki tane kâğıt peri elime kondu. İkisi ayrı ayrı kulaklarıma gidip;
Mavi Peri: Hadi Koş.
Kırmızı Peri: Bu paketi getiren Masalperestti.
Ben: Ciddi misiniz?
Kırmızı Peri: Tabii ki ciddiyiz.
Mavi Peri: Gecikiyorsun hadi…
Ve o an yerimden ok gibi fırladım. Ama onu tanımıyordum. Koşarken aynı anda perilere;
Ben: Peki onu nasıl bulacağım?
Mavi Peri: Biz neden buradayız sanıyorsun?
Kırmızı Peri: Hadi daha hızlı koş.
Ben: Peki…
Mavi Peri: Bak şu asansörün önünde duran kişi…
Ben: Sahi mi?
Kırmızı Peri: Evet…
O anda periler kayboldu. Ve elimi omzuna atıp;
—Masalperest? Diye bildim sadece…
O ise gülümseyip;
— Buyurun Peri Hanım sipariş ettiğiniz masal kutunun içindedir. Bir kaç sihir de hayalimizin hediyesi. İyi aşklarda kullanmanız dileğimizle…
15 Aralık 2008
Saat: 03:20
Güngören - İstanbul






Alıntıdır.

Biraz küçülsem, diyorum, biraz azalsam. - Nazan Bekiroğlu




Biraz küçülsem, diyorum, biraz azalsam.
Daha sade, daha düz, daha yoksul olsam.
Bu kadar çok giysi, bu kadar çok kitap, bu kadar çok takı. Bu kadar çok kablo, bu kadar çok müzik, şiir, resim. Bunca yüz. Bunca haber. Bunca yol. Bunca şehir. Bu kadar çok mesele. Elimi verip kolumu kurtaramadığım beyhude. Böyle olmasa.
Öğrencilerimin ismini daha kolay ezberleyebilsem örneğin. Aklımda daha kolay kalsa okuduğum cümle. Zihnim bu kadar dolu olmasa. Bir ziyaret, bir mektup, bir armağan, harikulâdeye dönüşse. Bu kadar büyümesem, bu kadar dağılmasam. Bu kadar dağılıp bu kadar parçalanmasam. Ne olur biraz küçülsem. Biraz sadeleşsem. Biraz ayıklayabilsem kendimi. Biraz azalsam. Şarkıları bu kadar çabuk eskitmesem. Romanlara bu kadar kolay dudak bükmesem. Şiirleri tüketmesem. Güzellik sıradan bir şeye dönüşmese. Daha fazla hayranlık duysam. Biraz şaşırsam. Küçülsem biraz, biraz büyük görsem. Bu kadar kalabalık arasında bulandı görüşüm. Sadeleşsem biraz, görüşümü keskinleştirebilsem.
Burnumun direği daha çabuk sızlasa. Daha çabuk ağlayabilsem. Daha çok sevinsem daha kolay üzülsem. Daha kolay avunabilsem. Bu kadar çok dolmasa hafızam. Zihnim bunca kalabalıkta berraklığını yitirmese. Bu kadar çok yüz geçmese yüzümün önünden. Hiçbirini unutmayacak denli az olsam. Bu kadar çok hayat binmese benim sırtıma. Bir benden ibaret kalsam. Bir karınca kararınca, dünyayı böyle kolay gezebilmesem. Mesafeler biraz uzasa, biraz yorsa. Ben küçülsem dünya büyük olsa.
Hayata kablolarla tutunmasam. Bu kadar çok şifrelerim olmasa. Şarkılara bu kadar kolay ulaşamasam. Her şey bir düğmeye, bir tuşa dokunmaya bakmasa. Her şey bu kadar kolay olmasa. Hayatıma giren her kolaylık fıtratımdan bir parça koparmasa. Bilgi elimin altında hazır ve nazır, emre âmade beklemese, peşinden koşsam biraz. Kütüphane kütüphane dolaşsam yeniden.
Hançeremden bu kadar çok nefes, dilimden bu kadar çok kelime çıkmasa. Bu kadar çok harf dökülmese kalemimden. Bu kadar çok tasnif yapmasam. Sıralamasam. İndeks çıkarmasam. Sonra her şeyi birbirine karıştırmasam. Daha az dosya açsam. İmzamı biraz daha özenli atsam. Harfleri daha yavaş yazsam. Mürekkebim böyle kolay kurumasa.
Her şey bu kadar çabuk olup bitmese. Başladığım kitapları bitirmek için biraz uğraşsam. Defterler böyle çabuk dolmasa. Parmağımdaki yaranın iyileşmesi zaman alsa. Hatıraları kurcalayacak, eski mektupları okuyacak, köhne defterleri karıştıracak halim vaktim olsa. Tozlu sandıkları karıştırsam, geçmişteki hesaplara bir göz atsam. Çektiğim fotoğraflara, el-insaf, ikinci kez baksam.
Vakti saati gölgelerin yönünden çıkarsam, güneşin zaviyesinden kestirsem. Baharın gelmesi sevinç, kışın gelmesi hüzün, hissedebilsem. Mevsimlerin geçişini daha rahat izleyebilsem. Kışa bahar, yaza sonbahar, geceye gündüz bu kadar çabuk eklenmese. Haftanın başlamasıyla bitmesi, okulların açılmasıyla kapanması bir olmasa. Bitmek tükenmek bilmeyen uzun yaz tatilleri canımdan bezdirse beni. İkindiyle akşam arası uzadıkça uzasa. Ufukta güneş bir mızrak boyu, asılı kalsa. Böyle çabuk batmasa. Tan, bir göz kırpımı, böyle hızlı atmasa. Akşam olmak bilmese biraz, geceler bitmese. İçimde kocaman bir boşluk kalsa. Canım sıkılsa bir daha. Zaman bu kadar azalmasa. Bu kadar âhir-zaman olmasa.
Dağıtsam ne’m var ne’m yok, zekâtını hesaplamadan. Sonra toplamasam kendimi dağıttığım onca yerden, geri almasam. Üzerine gölge düşmeyen berrak maviyle yetinsem. Huş ağacını ilk kez görmekle oynasa yer yerinden. Ömrümdeki en önemli hadise olarak kalsa bir ırmağın akışı. Gördüğümü düşünebilsem.
Duru bir görüş bahşetsen bana Yâ Rab. Her şeyin yerli yerinde durduğunu, ağır ağır döndüğünü, sakin sakin aktığını görmeme yetecek bir bakış. O bakışta, bu kadar çok olmasam. Tek yörüngede tek merkezde toplansam. Yekpâre olsam. Kesrette dağılmasam. Küçülsem. Tek noktada toplansam. Yaşam büyük, âmenna. Ama ben biraz azalsam. Sadeleşsem. Durulsam, arınsam.

Nazan Bekiroğlu

İzledim - Nuh - Büyük Tufan 2014 #Film



Geçtiğimiz pazar günü erkek arkadaşımla bu harika, fantastik, atraksiyonu bol olan film'e gittik. 3d olanını seçtim, hazır adamlar 3d li yapmışken neden normalini izleyelim ki dedim.






Yapımı: 2014 - ABD
Tür: Dram , Fantastik
Süre:130 Dak.
Yönetmen: Darren Aronofsky
Oyuncular: Russell Crowe , Jennifer Connelly , Anthony Hopkins , Emma Watson , Logan Lerman
Seslendirenler: Frank Langella
Senaryo: Darren Aronofsky
Yapımcı: Darren Aronofsky , Arnon Milchan

Konusu;

Hz.Nuh'un (Noah) hayatını ve bir gemi yapıp insanlığı ve canlıları tufandan kurtarmasını anlatıyor..




Fragman; 






izlemediyseniz gidin, izleyin derim. 
ben beğendim, bazı bölümler de sıkıldım evet sonu garipti, devamı olur mu bilinmez..










9 Nisan 2014 Çarşamba

sadece seversin.

“Gülüşünü seversin
Sesini seversin
Sohbetini seversin
Sevmek için illa yüzünü görmek şart değil
Yüreğinde duruşunu seversin.”

Serdar TUNCER

şeytan diyor ki;



sonra da, uyma diyor iç ses işte.  :(

Sana Bir Ara Aklımda Kalanları Anlatırım - Alper Gencer


ne sular geçti böyle buzla buhar arası
ne kısa bir yazken o niçin hala bitmiyor
durmuş bir vakit bende sisli gece yarısı
çektirdiğin fotoğraf neden hiç konuşmuyor


geç kaldık ve yanlışları güzeltemedik
erken varsak doğrular bakışı yakacaktı
çok sarhoştum yani hak ettim yaşamayı
evden kaçmıştım eve
tuza yara saçmıştım
bütün randevulara düzenli olarak geç kalmakta haklıydım
gök bana göre değildi yeri zaten hiç sorma
gök de kendine göreydi yerde zaten hiç durma
çıktım bir kapısını bulup yaşadıklarımdan
vardım ki seni sevdim
seni sevdim evler arasından bir evdin


döndüm ve dönüşümle düştü aniden dekor
sen yükseldin elinde kara bir kalem vardı
say ki her yanım ihanet kadar yazdı
ve çeşitli organlar olarak
insanı yar eden vardı
var eden vardı aşkı
kelebek küllerinden bir şaraba yazarak


okumak budur
yani yağmur bekleyen toprağın durmaksızın kuruması
sana çok şeyler anlatmak istemem
kendi sesime kavuşasım kadardı
senaryo gereği doğdum
çocuklarım oldu her an ölebilirler
bel bağladım kimyaya
kendimi siyah elbiseler içinde
buldum hiç durmadan bir kızıla bakarken
durdum binlerce sene kendime ki ağlarım
anam babam diyorum her an ölebilirler


ölsünler ne çıkar
en çok her boşluğu dolduran bir keder çıkar
allah kimseyi ölümden korumasın
ölüm olmasa bu rezil hayatın suyu çıkar
sen de gidip öldün ama kalıp öldürüyorsun
ben de kalıp ölüyorsam senin dirinledir bu
bu kadardır işte ne kadar dersek o kadar olan hayat
herkes ölür gider biz yaşayıp kalırız
öyle bir kalırız ki
kadraj dağılır
ve dünya birer diri olarak bizi kabul edemez
yaşamak budur
herkes giderken 

kalmak zorunda kalmakla beraber kalmak
kadar kahpe ve yalan
kadar başımızın üstünde yeri var


hayatımın rolünü oynadım başrolde sen de vardın
ne fırtınaydı ama o saçlarınla birlikte
ne güneşlere yandık var mıydı hiç hatırım
avluda oturmuştuk ellerin ellerimde
sana bir ara aklımda kalanları anlatırım


Alper Gencer

İzledim- Bride Of The Century - Kdrama #Dizi


Yönetmen: Yoon Sang-ho 
Kanal: CSTV 
Bölüm Sayısı: 20
Yayın Tarihi: 22-23 Şubat 2014 
Yayın Günleri ve Saati: Cumartesi- Pazar;  20.00 
Dil: Korece 
Ülke: Güney Kore

Dizinin Konusu;

Taeyang Anonim Şirketi Güney Kore'nin en büyük holdinglerindendir. Taeyang'ı yöneten aile 100 yıldır bir lanet altındadır. Ailenin ilk oğlunun ilk gelini öldüğünde lanet başlamıştır. Bu şartlar altında komplolar her tarafa yayıldığı sırada peri masalı gibi bir aşk meydana gelir.


İzlediğim güzel dizilerden biriydi, ki güzel olmasaydı izlemeyi yarıda bırakmış olurdum :)
Aksiyonlu, fantastik, aşk dolu biz dizi arıyorsanız izleyin efendim. :)








7 Nisan 2014 Pazartesi

#şiirheryerde


Sonra Sen Geldin. - Esra Güzelipek



Bu hikâye senin için! 

'Anlamak' kelimesini sözlüklerden çıkartıp elimle dokunacağım kadar somut hale getirdiğin ve yüreğime yerleştirmeme yardım ettiğin için... 

'Anlamak' ve 'anlaşılmanın' en güzel denilen sevişmeleri kıskandırdığını bildiğin ve bana da öğrettiğin için... Durum ne olursa olsun, dilinde bu kadar güzel bir 'özgürlük' şarkısıyla yaşayabildiğin için... Senin için... 

Bu, insanın içinde yaşatıp zamanla sevdiği ve kendisine çok acı verse de, neredeyse bedenine bir organ gibi eklediği, hüzün doğuran tüm uzun soluklu duyguları yerle bir eden, kısacık bir hikâyedir! 

Sonra sen geldin. 

Yaşayıp gidiyordum... 'Yaşayıp gitmek!' Ne saçma! Bu fiili nedense, hayatımızın sıkıcı olduğunu, bir günün diğerinden farklı geçmediğini düşündüğümüzde kullanırız. Oysa tam tersi olması gerekmez mi? 'Yaşamak ve gitmek...' Yaşıyorum, gidiyorum, yol alıyorum. O halde şöyle demeliyim: 
"Yaşıyordum ama gitmiyordum" Veya: "Gidiyordum akıp zaman içinde kaybolmuş vaziyette, ancak yaşamıyordum." 

Bir aşk hikayesine boyanmıştı bütün mevsimlerim 
Tuhaflığı yoktu yazın kazak giyip de 
Kışın denize girişimin 
Kazağımda da aşk kokusu vardı 
Acıma dokunan ve 
Nasıl kokacağını şaşıran 
Yosunlarda da 

Sonra sen geldin. 

"Hadi gel, hayatı anlayalım ve anlatalım." dedin. Çok konuştuk bu konuda çok... Hem her duygunun tarifini almak istedin hem de hepsi hakkında bildiğin ne varsa bana vermek. Seninle konuştukça, kendime dair son derece basit ama yine de hiç üzerinde durmadığım bir şeyler olduğunu görmek beni nasıl da şaşırtıyordu. 

'Acı' konusunda çok konakladık... 

Kanattıkça beni böyle acı 
Ve sohbetler yetmeyince nefes almaya 
Ağlardım 
Yaralarımdan şiir yapardım 

Acı bir annedir, durmadan hüzün doğuran. Ahh, ben o hüzünlerle boğuşmak, azıcık nefes alabilmek için kaç kitap okudum, kaç film izledim, kaç hayat belledim, bir bilseniz. 

Yooo! Dostlarıma haksızlık edemem şimdi. Turuncuya boyalı güney akşamlarından, fesleğen kokulu batı ikindilerinden, kuzeyin gri sabahlarına kadar kaç sohbet vardır yüreğimde daima saklayacağım. Ahh, benim kelimelerle beyinlerinde tepindiğim dostlarım... Nasıl da isterlerdi gözlerimden yanaklarıma dökemediğim gülüşleri görmeyi. 

Bence, dostlar daima 'gülmek' ve 'gülümsemek' arasındaki farkı bilirler, bu nedenle onlara arkadaş değil de 'dost' deriz zaten. Her sohbette yüreğimi yatırıp masaya, son derece dikkatli ve zarif hareketlerle acı ve hüzün doğuran parçalarıma ulaşır, üzerini örterlerdi. İyi hissederdim bir süre. 
Apartmanların üzerinde uçuşan martıları fark ederdim en azından. Ancak sonra yine hüzün... Yüzsüz hüzün... 

Baktığım yerlerde gözlerim 
Bazen öyle uzun kalırdı 
İnanmazsınız ama 
Baktığım yerler sıkılırdı 

Sonra sen geldin. 

Geldin ve: "Hele şu yükünün birazını bana ver." dedin. Şaşırdım çünkü görünüşe göre senin yükünün benimkinden fazlası vardı ama eksiği yoktu. Sen anlatırken fark ettim ki içinde bir yerlerde bu yüklerle başa çıkmak için özel eğitimli bir parçan vardı. Bu parça, yükün niteliğini ya da niceliğini yürekte en hafif duracak hale getirebiliyordu gerçekten. 

Konuşurken bir yandan da yüreğimin en tozlanmış ve uzun süredir de yanına hiç uğranmamış parçasını koydun masaya. “Bak,” dedin "bunlar hayat dostu parçalar . Şimdi bunları öyle güzel temizleyeceğiz ki bir daha canın içindeki parçalara dokunmak istediğinde ve hüzne giderken, bunların ışıltısına takılacaksın. Takılacaksın ki hüzün doğuran acı parçaları koyuvereceksin yerinde tozlanmaya. 

Böylece de zamanla ağırlıkları, olması gerektiği kadar olacak. Oysa sen ha bire parlatıp parlatıp durmadan onlara bakıyordun önceden ve bu da onları olduğundan ağır hale getiriyordu. Oysa tam tersini de yapabiliriz hepimiz. Işıldayan parça daima daha ağırdır. Gel, hayat dostu parçaları ışıldatalım durmadan.” 

Sen geldin 
Kelimelerini şekere batırarak 
Sen geldin 
Baktığın yerlerde çiçekler bırakarak 

Acıya ve hüzne gereğinden çok yüz vermemeli insan. Ben artık hüznü içimde şişmanlatmamayı başarıyorum galiba. Geçen gün ne gördüm dersiniz? Meğer ne kadar yakışıyormuş martılar denizin üzerine! 

Hikâye bu kadar... 

Merak edeceksiniz belki, bu değişiklikleri sağlayan dostum kimdi… 

Diyelim ki, kırk yaşını geçmiş veya otuzuna gelmemiş bir adamdı, seksen yaşında bir ihtiyar, hep otuzunda yaşayan bir kadındı ya da dört yaşında bir çocuk; hem hepsiydi, hem hiç biri değildi. Ne fark eder ki? Bir can’dı. 

Canımın içi değil 
İçimin canı olup da 
Sen 
Geldin 
Üstelik 
Aşk da 
Değildin 

Hoş geldin... 


Esra Güzelipek






Küçük şeylerle mutlu olmayı bilenlerden olmak ne büyük hediyedir insana :)

Her gelenin hoş gelmesi umuduyla..

3 Nisan 2014 Perşembe

karikatür*


Beni mi Seviyorsun ? - Nurdan Ünsal








Kadın adamı çok seviyordu...
Yemyeşil ovalarını verdi adama
Yaşam fışkıran.
Beni seviyor musun?
Evet, dedi adam...
Güneşini, ayını verdi kadın
Yıldızları taktı bir bir adamın omuzlarına...
Beni seviyor musun?
Tabii, dedi adam...
Kadın çağladı
Gürül gürül akan pınarını verdi adama.
Beni seviyor musun?
Elbette, dedi adam...
Kadın bağlandı
Yaşam ipini adama verdi,
Bir oldular tek oldular adamla.
Beni seviyor musun?
Biliyorsun, dedi adam...
Kadın dağlarını verdi adama
Tırmandılar doruklara.
Beni seviyor musun?
Aşağılara baktı adam zirveden
Başkalarını gördü
Sustu adam...
Ağladı kadın...
Gözyaşını verdi adama
Almadı adam...
Kadın onurunu verdi adama
Şaşırdı adam...
Sordu yine usulca kadın
Beni mi seviyorsun?
Onu da seviyorum seni de, dedi adam...
Sustu kadın, sustu
Verecek bir şeyi kalmadığında...
Senin yüreğine ihtiyacım var, dedi adam
Başkasını sevebilmek için...
Çıkarıp yüreğini verdi kadın.
Korktu adam...
Beni sevmiyor musun, dedi adam.
Sesi yoktu kadının söyleyemezdi.
Gözleri yoktu kadının ağlayamazdı.
Kalbi yoktu kadının sevemezdi.
Onuru yoktu kadının yaşayamazdı...

(28.10.2002-Ankara)
Nurdan Ünsal


Düşerken Bile - Akgün Akova






Uzun bacaklı bir yaban hayvanıydı aşk
Harıl harıl onu arıyordu İstanbul, duyuyorduk
Galata Kulesi'ndeydik, başın omzumdaydı
Kule döne döne içimizdeki gökyüzüne akıyordu
Sevgilim,
yüreğimin ipleriyle dudaklarına indim senin


Gözbiliminden tenbilimine dönüşürken aşkımız
Kule'den aşağıya fırlattım beynimi
"Dalgın şair!" dedi Einstein, Niels Bohr'a dönerek
"Baksana, unutmuş beynine kanat takmayı!"
"Yürekle beyin arasındaki en büyük belirsizliktir aşk,"
diyerek söze karıştı Heisenberg.
"Belki de, iki yüreğin aynı dalga boyunda buluştuğu bir salınımdır o!"
dedi Louis de Broglie.
"Aşk, bir kara cisim ışıması değil midir?"
böyle sordu Max Planck da
dayanamayıp,
ışık tozuna bulalı gözleriyle.
"Kendinize geliniz efendiler!" diye söylendi Takiyüddin
"Bilimle açıklanamaz aşk, şiirle açıklanabilir ancak!
O, uzun saçlı bir yıldızdır; yüreğin içinde taranır"
Bence sevgilim,
söylendikçe bizim olan bir şarkıdır aşk.
Dikey bir şiirdir bütün kuşları aynı anda havalandıran.

Galata Kulesi'nden aşağıya fırlattım beynimi, söylemiştim
bana bakan
uzun bacaklı bir yaban hayvanıydı aşk.
Aşağı tükürsem Dördüncü Murat
Yukarı tükürsem Hezarfen Ahmet Çelebi
Ağzımın içinde dilin, bulutlarımı ıslatan gökırmak.
Sonsuzluğu ikiye bölmektir aşk,
kasığına yazdığım ak yazı.

Sevgilim,
ağzına düşerken yanardağının
kanatlarım ol benim.
Kafeslerinden soyundur kuşlarımı,
Balıklarımı çıplakla tuzdan.
Cenevizli boynumu sev, Venedikli sırtımı
Osmanlı kokan saçlarımı
Anadolu'dan gelen gözlerimi
Pera'lı bakışımı sevgilim, İstanbullu ellerimi.
Bana beni anımsat,
Sensizken yitirdiklerimi.

Kule'den aşağıya fırlattım beynimi, bir yerlerde yazmıştım.
Bak işte,
bir çift martının yanından geçiyor düşerek.
İrice olanı, "Herifin biri kafayı yemiş yine!" diyor yanındakine,
"Sen aşktan ne anlarsın koca gaga!" diye söyleniyor diğeri.

Sevgilim onlara aldırma sen
yalnızlığın kabuğuna çekilip
kendi içime düşerken bile
kanatlarım
kanatlarım
kanatlarım ol benim.


Akgün Akova

sizin hiç babanız öldü mü ?










Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

Cemal Süreya

2 Nisan 2014 Çarşamba

#(s)öz 10

Ben hiç böyle hastalanmazdım doktor.. Yoksa dualardan mı eksildi adım? 

- Alper Gencer

bir erkek(ğin) - bayan(nın) günü *.*

islamiyet:

:)


ah bu erkekler dedirten bir resim ^^
ve biz kadınlar gün de her ruh haline girdiğimiz doğrudur efendim.



Onbinküsürüncükez




Güneş batıyor onbinküsuruncukez
ve doğuyor sabahı garantiye alan ümit akşama

radyoyu açıyorsun kuşlardan kalan bir şarkı başlıyor bize

gök hapsinden kaçıp kaçıp konduğumuz kadar özgürlük
biliyorum sen de yıldızları sevmiyorsun öylece duruyorlar
o iyi dilekler de kaçırdığımız demlerin içinde duruyorlar
derken hiç tanımadığımız bir yerden es(!)

hayat bu kadar tutuk işte biz bu kadar çaresizken
ağlıyorsun
onbinküsuruncukez.

Göle yeni bir gemi gibi indirilirken
o ressamın yaptığı o resimde olmayan
ve yeterince yontulmayan bir heykelse taş
ancak bir şarkıyla tamamlanandan
kulaklarımıza dönerken işimiz hep mi bu kadar yaş!

durdurmam imkan dahilinde değil kalbimi ve sen…
varsın bir zaaf olarak geçsin kayıtlara
evden kaçmak isteyen çocuklarla büyüdüm ben.

Sorun değil kaldırımları şehirlerin içinden tartışabiliriz
bu da bizim kusurumuz olsun: açlığımıza kavgamızı bahane etmek
oh ki borsayı bombalamak isteyen adamlar bizim cemimizden
anahtar uydurulamaz kilidimize

normal şartlar altında bildiğin anormaliz
siparişin gecikmesi en çok garsonla tanışma imkanı sunar bize
sen durmadan gidersin ben tutar döndürürüm kalbini
uçak düşer kara kutu sehpa olur iki dem muhabbete

iplerinden boşanmış süratli bir trapez
kadar yangının var çadırı yırtıp çıkmaya
kanıyorsun
onbinküsuruncukez.

Affettikçe dertlenen
dertlendikçe affeden
iki ara bir dere
fasit bir dairede oturuyoruz sevgilim
söylenmeyen şeyler söyleyemediklerimiz
ağlanmayan şeyler ağlayamadıklarımız

babası ölen çocuklarla unutanlar köprüsünde
sürekli mektup bekleyerek yaşamaktan vazgeçmedik hiç
iyiydi işte
sahnenin dar mikrofonun bozuk üstümüzün yırtık olması
başka şarkılardan bu şarkıları söylememiz iyiydi.

Derdi olan ceketini çıkarmaya vakit bulamaz sanki
öpüşlerin hayali uykuların ninnisidir
bu kadar dağ bu kadar çıkılmak için sevda
evlerini yamaçlara kuranların rahatlığı rahatsız edicidir
ömrümü seninle bir otelde aidiyet kusarak
havluların ve yalnızca kapıların altından esen rüzgarların şahitliğinde

ömür seni seviyorum demek kadar geçicidir
topu topu bir gün çatallanıp çatlayarak susacak bir ses
anlıyorsun
onbinküsuruncukez.

Ne olacak kime ne

bir yerimizden yakalanmışız işte
anlamak en yapışkan yükü bu hayatımızın
yangında ilk yakılacak!

zihnin hayaletler doğuran arsız gebesi
sırat’ta ilk atılacak!

beni anlamanı öldür seni anlamamı bağışla
gözlerimiz ne kadar güzel ne kadar nefes nefes
herkeslere bakma herkesler havamıza astım

uzan tut kendine kalbinin tozlarını alacak bu bez
kalıyorsun
onbinküsuruncukez.

Bir şu yalnızlığın bastırdığı kanlı geçiştirmeler…
büyük sofranın içinde ne diye küçük sofralar açıyorsun?
çiçekleri öldürülmüş sanıyorsun onlar zaten ölüler
çiçekleri canlanmış buluyorsun ki vallahi canlılar

ara vermeden solan renklerin arasında
benim giderek daha da kırmızı olan bir kırmızım var
senin de olsun!

son sürat sana doğru koşarken beni vurdular
sen vurdun demiyorum ama beni vurdular
benim de bu kadarcık kurşundan geçmeyen bir yaram olsun.

Kimsenin olamadım

kimsem olmadı allah’tan ve anamdan başka
şartsız şurtsuz kim affettiyse hepimiz onunuz esasında

vurgunuz yarım kalana
kendimizle dargınız

ağlamak için insanın kendinden başka bir yari daha olmalı yarasında

her türlü galeyana hazırım
yeter ki düştüğüm zaman kalkmayayım
trensizliğimi yutuyor her defasında bomboş kalan bir gar
sabaha daha çok var ama biliyoruz ki bir sabah var
ölüp gideceğiz işte yetmedi mi o güzelim şarkılar
yetmedi mi bu kadar hayvanımıza bu kadar kafes

radyoyu açıyorsun kuşlardan kalma bir şarkı başlıyor yine

dönüyorsun
onbinküsüruncukez.



Alper Gencer.